16 Ocak 2014 Perşembe

Media, Diversity and Discrimination

AIDS öldürmez Önyargı Öldürür!


HIV, Türkçe ifadesiyle 'İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü', kimine göre sıradan bir enfeksiyon kimine göre bir toprak parçası içerisinde insanların kötü bakışlarına maruz kalmanın nedensiz bedeli. Dünyada ve ülkemizde her sene 1Aralık günü 'Dünya AIDS Günü' olarak anılıyor. Yılda bir kere medya organlarının halet-i ruhiyesine göre ya ilk sayfada, ufak bir şekilde veriliyor ya da gazetenin boş kalan bir yerine serpiştiriliyor. HIV/AIDS edimmiş bireyler toplumda yanlış anlaşılmışlığın, bilgi kirliliğinin kurbanı olmuş diğer yandan medya araçları da bu durumuma maalesef ön ayak olmuşlardır. Araştırma kapsamında yaptığım medya taramaları gösteriyor ki HIV/AIDS ile ilgi konularda ayrımcılıkla ilgili medyanın dişe dokunur bir çabası görülmemiştir.

21.yy’da gelişen teknolojiden, insanların kolay bilgi akışışından yararlanamaması ne hazindir. Özellikle medya kurumlarının bu akışta oynadığı büyük rolü iyi oynayamaması ve her senenin sonunda ‘yılın en berbat oyuncusu’ seçilmesi tartışılması gereken elzem konuların başında gelmelidir.

Bu konuyu projemde seçmemin nedeni?


‘Media, Diversity and Discrimination’ dersinde yaptığım ilk sunumda tesadüfen karşılaştığım 2009 yılında Regenbogen isimli bir şirket tarafından yapılmış afişlerde Hitler’i, Stalin’i ve Saddam’ı HIV/AIDS edinmiş biri olarak özdeşleştirmişlerdi. Kitlelerin imhasına sebep olan kişiler olarak düşünülen bu insanlarla bu virüsü ilintilemeleri ve bu enfekteyle yaşayan insanları hedef göstermeleri beni etkiledi ve son projemde bu konuyu daha geniş bir çerçevede anlatmama neden oldu.

Araştırma Kapsamım…


Çalışma alanım özellikle Milliyet gazetesi Kasım-Aralık ayı 1985 yılı olarak incelendi, ilgili gazetenin diğer yıllarda oluşturduğu haberlere bakıldı ve ayrıca gazetede, dergide konuyla ilgili göze çarpan haberler, yazı dizileri projeye dahil edildi. Ayrıca Pozitif Yaşam Derneği Başkan Yardımcısı/ Sosyolog Pınar Öktem ile röportaj yapıldı. Proje esnasında Yasemin İnce oğlu tarafından derlenen Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları kitabında HIV/AIDS ile bölümü hazırlayan Murat Köylüden de yararlanıldı. 


HIV/AIDS edinmiş bireylere karşı Ayrımcılık Var!

Wikipedia'dan alındı
HIV/AIDS ilk kez 1981 yılında Aralığın 1’inde tanımlanmış. Ülkemizde ise 7 Haziran 1983 Hürriyet gazetesinde fark edilmiş ve ‘İnsanlığı tehdit eden yeni salgın’ başlığıyla Türk okuyucularına tanıştırılmıştı[1] . Yerel basında yazılıp çizilenlere göre ‘vürüs’ Haiti ve Zaire’de ilk önce görülmüş buraya tatil için giden ABD’liler vürüsü ülkelerine taşımışlardı. Diğer yandan Afrika da bu hastalığın daha çok görüldüğü ve bunun ‘yeşil maymundan’ geçtiği tarifi yapıldı. Eşcinsel bireylerde görülene kadar ‘zenci’ hastalığı olarak lanse edilecekti.  ABD’de ilk önce eşcinsellerde bu durumun gözükmesi homofobinin hortlamasına neden olacaktı, ta ki Ryan White’ın ölümüne kadar… Kendisi HIV/AIDS enfeksiyonu taşıyan bir lise öğrencisiydi ve liseden çıkarılmasına karşı yürüttüğü mücadele ile ABD’nin ulusal simgesi haline geldi. Hemofili hastası olduğu için kan nakli tedavisi görüyordu ve nakil sırasında HIV/AIDS edindi. Doktorlar 6 ay yaşamaz dedi ancak kendisi 5 yıl yaşadı ve bu enfektenin sadece eşcinsellerde olduğu algısını çürüttü[2]. Pozitif Yaşam Derneği Başkan Yardımcısı/ Sosyolog Pınar Öktem ile HIV/AIDS edinmiş kişilerin medyada, sosyal hayatta( iş, arkadaş, aile ilişkileri), ‘sanatta’ ve hukuk önünde yaşadıkları ayrımcılık kapsamında röportaj yaptım. Kendisi HIV/AIDS’in kısa tarihiyle ilgili Ryne White ile ilgili bölümden söze başladı. Öktem hanım; ‘Bu çocuk hastalar söylenenlere göre 84 ten önce de yani 78’lerden beri başka hastalarda tespit ediliyormuş. Ancak bir defa bu gey hastalığı olarak lanse edildiği için çocukla ve kadın da böyle bir enfektenin olduğu kimsenin aklına gelmiyor ve teşhiş edemiyorlardı. O çocuk hasta, ilk çocuk hasta değil diye diye söylenmekte’.

Türkiye’de okuyucular HIV/AIDS’i bir tek kişi üzerinden takip etti. Sanat ve sahne dünyasının yakından tanıdığı Mürteza Elgin nam-ı diyar ‘Murti’. Kendisi 1985 kasım ayında çeşitli basın organlarında ‘AIDS’li Murti’ olarak lanse edildi. Bir süre kendisi bunu kabul etmedi ve aksini kanıtlamak için yeri geldi Almanya’ya gitti yeri geldi bir dizi test yaptırdı. Devlet ise bir gün zorla hastaneye götürdü ve bir sürü test yaptırdı. Elgin 1992’de öldü ve cenazesi önce ilaçlı suyla yıkandı ve kireçlenerek gömüldü.

Siz bu konuda bir araştırma yaptınız mı?

Pınar Öktem: Murtaza beyi zamanında teşhis etmiş olan doktorun asistanı ve onla ilk görüşmeyi yapmış olan gazeteci ile konuştum. Hepsi şunu söylüyorlardı; onun zamanında ki ilk doktoru kendisini medya mensuplarından hasta hakkı mahremiyeti gereği koruyordu, bu şekilde haberlerinin çıkmaması için çaba sarf ediyordu, hastane içinde ayrımcılık uygulatmıyordu diye duydum.  Fakat daha sonra ‘eline düştüğü’  doktorlar kendilerini ünlendirmek için bir anlamda kendini medyaya pazarlamak için işte benim elimde böyle bir şey var gelin bakın diye efradındakilere söylemiş. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşılıyor medya mensubu.

Sizce o zaman da gazetecilik yapanlar eleştirilmeli mi?

Pınar Öktem: Pek değil aslında.  Eğer duyumlar doğruysa bence doktorlar kesinlikle eleştirilmesi gerekir. Her zaman hastanın mahremiyeti diye bir şey var bu yeni olan bir kural değil kaldı ki etiği falan da geçtim insanın sağlığını koruması gerekiyorsa gazeteciden de koruması lazım.

AIDS kaç yılında kronik hastalık olarak kabul ediliyor?

Pınar Öktem: 1996 yılında kabul ediliyor.

Milliyet’in 2001 yılında bizim basında ‘günde 3 kişiye AİDS bulaştırdı!’ diye bir haber var. Burada hala basınının kötü yönde bir etkisi yok mu? 



Pınar Öktem: Elbette ama ilk yıllara yeni bir hastalık olduğu için azıcık anlayabiliyorum yoksa diğer yollarda elbette eleştiriyorum. Günümüzde bu kadar bilgi verici materyal varken hele. Basit bir örnek vereyim:  1 Aralık sürecinde bir sürü röportaj verilir elimizde de bir kağıt var ne diyoruz ne demiyoruz işte AIDS’li demiyoruz da bilmemem ne diyoruz, doğru kavram yanlış kavram nedir diye basının eline veriyoruz ama bunlara rağmen tekrar haber aynı şekilde oluşturulmaya devam ediliyor.  Ben hem cehalet hem de art niyet ararım. Neden art niyet daha sansasyonel oluyor başlık.  Benim hayatımda unutmadığım bir başlık var ‘Üzerine AIDS’li travesti düştü’ diye. AIDS’li travesti düştü şu demek düşen kişi HIV pozitif, düşen kişi trans ve düşün kişi düşmüş bütün olayda her şey aslında bir kişini başına geliyor ona rağmen bu hiçbir şey olmamış normal olarak görülen, kişinin üzerinden veriyorsun haberi. Düşen niye düşmüş başına ne gelmiş sorulmamış!

Haber içinde beyefendi kendini çamaşır suyu ile yıkamış. Ben burada halkın bilgi sahibi olmadığını düşünüyorum yakinen gözlemlediğim üniversite camiasında bile AIDS ile HIV arasında farkı bilmiyor durum lisans yapan kişilerde böyleyse okuyamamış ya da belirli bir yere kadar okumuş kişiler ne yapsın. Bu bilginin ulaşamaması noktasında sizce eksiklik kimde?







Pınar Öktem: Ben eksikliğin açıkça Sağlık Bakanlığı’nda ve Milli Eğitim Bakanlığı’nda yani devlette olduğuna inanıyorum. Her şeyi devletten de beklememek gerekir diye bir durum da var ama eğer hastalık söz konusu ise,  halk sağlığını etkileyen bir durumsa, bu konuda bilgi sahibi olmamız sadece ayrımcılığı değil hasatlığın yayılımını da önler. Burada önleyici sağlık hizmeti devreye girmeli, insanlar HIV nedir AIDS nedir bunlardan nasıl korunmalıyız gibi soruların cevaplarını elde etmeleri gerekir. Burada merkezin bir parçası olarak da devlete büyük rol düşüyor. Ötekileştirme ile ilgili bir uğraş önemli bir konu ancak bunu bekleyene kadar aslında halk sağlığı ile ilgili böyle bir şeye el atılmasını beklemek çok daha normal bence, işin içinde cinsellik olduğu içinde şöyle de bir yanlış var; ‘cinsellikle ilgili çocuklarla erken yaşlarda konuşulmaya başlandığı zaman seks yapmaya teşvik edilmiş olunuyormuş halbuki bizim toplumumuzda böyle bir şey yok muhafazakar değerlerimiz zaten bizi koruyor hiç kimse evlilik öncesi seks yapmıyor, evlenenler de zaten tek eşli’. Burada kültürel bir bağışıklığımız var diye düşünmek yersiz.

Ben biraz geriye dönüp 2002’de aile fertlerinden birinin kan alması sonucu HIV pozitif edinmesine ve diğer aile üyelerine bulaşmasına neden olan olaya değinmek isterim. Kızılay’dan alınan kan naklinden dolayı kapılan enfekte olayında Kızılay’ın sizce bir ihmalkârlığı var mı? 

Pınar Öktem: Kızılay’ın bir suçunun olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar HIV testi yaptırabilecek doğru dürüst bir merkez bulamadığı ve en önemlisi ayrımcılığa uğrayacaklarını düşündükleri için doğrudan bir yere gitmek yerine Kızılay’a gitmeyi tercih etmişler. İşte ben gidip Kızılay’a başvurayım kanımda AIDS var mı yok mu öğreneyim düşüncesiyle test yaptırma amacında olan bir sürü insan vardı. Ancak şöyle bir şey var ki eğer siz HIV’i 1 hafta öce almışsanız ertesi günü kan veriyorsanız hiçbir şekilde o teste çıkmaz. 3 ay içerisinde eliza yöntemi yapılması gerekir ama daha kısa süreli testlerde var 2 hafta içinde sonucu alınabilecek olandan,  muhtemelen Kızılay onu uyguluyordur. Bu yine dönüp dolaşıp devlete gelecek. İnsanların gönüllü bir şekilde anonim bir şekilde yani mahremiyeti korunmuş bir şekilde test yaptırabilecekleri yerler sağlamadığınız zaman bu şekilde olaylarla karşılaşabiliyorsunuz.


Anonimliği biraz açabilir misiniz? Nasıl bir merkezden bahsediyoruz devlet destekli mi özel sağlık kuruluşlarınca açılması gereken bir şey mi?
Yok,  devlet desteğinin olması gereken bir durumda sisteme kayıt olmadan da bu testleri yaptırmanız gerekiyor. Biliyorsunuz ki bütün sağlık sistemi elektronik olarak birbirine bağlı sizin aldığınız tanı her mahallede ki eczane çalışanı tarafından görülebiliyor. Böyle bir ortamda sen HIV testinin sonucunu eczacı tarafından görülmesini istemezsin. Eczacı ya da diğer tüm sağlık çalışanlarına yüzde yüz güveniyor olsak bile o zaman problem değil ama. Böyle bir durumda söz konusu değil. 



Tam da bu fişleme noktasında 1985 tarihli Nokta dergisinden söz etmek istiyorum. Bir kapak fotoğrafı koymuşlar üzerinde Azrail temalı bir çalışma ve içerisinde de maymun ve benekli insan bacağı gibi fotoğraflar var bir de içerik olarak nereden elde edildiğini bilmediğimiz bilgiler mevcut; 3 işi kişinin AİDS olduğunu, yaşlarını, hayat tarzlarını yani her şeye vakıflar. Hem bu durumu hem de sağlık konusunda ne gibi fişleme yöntemleri olduğunu anlatır mısınız? 




Pınar Öktem: :  Önce 85’te nokta dergisinde olan o 3 kişiden söz etmek isterim.  Sağlık bakanlığının açıklamalarına göre 85 te sadece 1 vaka var. Cinsiyeti falan da belli değil o muhtemelen Murtaza dolaysıyla 85’te 3 vaka varsa doktorlar devlete değil de nokta dergisi çalışanına bildiriyorsa orada çok büyük bir yanlış var. Fotoğrafların kullanılmasıyla ilgili olarak ta sansasyonel olmak dikkat çekmek için yapılmış şeyler.


Fişleme ile ilgili Medula sistemi var; ilaçların takip edildiği sistem. İşte bir bakımdan mantıklı, doktor hastaya ilaç yazıyor o ilaç bitmeden verilmesin diye takibinin yapılabildiği bir sistem. Ayrıca SGK üzerinden ne kadar satılmış gibi verilerin takibinin kolay olduğu bir sistem bu bakımdan mantıklı bir sistem ama HIV’le ilgili bazı ilaçlarda o ilacı doktorun yazması için oraya bir tanı girmesi gerekiyor tanı girildiği zaman da işte bu medula sistemine erişimin olduğu herkes görebiliyor. Bunu engellemek için hem hekimler tarafından hem bizim tarafımızdan sağlık bakanlığına çok şikayet edildi ve bazı değişiklikler yapıldı. Şuanda AIDS’Lİ değil de ‘bağışıklık yetmezliği sendromu’ gibi çok bilmeyeninde anlamayacağı bir tabir geçiyor. Fakat hala bazı ilaçlarda bunu yapamadılar. ‘Proflaksi’ denilen bir ilaç var virüsü bulaşır bulaşmaz engelleyebileceğiniz bir şey. Daha çok sağlık çalışanları bunu kullanıyor. Örneğin, hemşirenin eline iğne battı hemen bu ilaca başlayıp 1 ay boyunca kullanırsa bulaş olmuyor. Bunu kullanması için insanların ona da AIDS yazması gerekiyor. Sağlık Bakanlığı şuanda bunu düzeltmeye çalışıyor. Burada sağlık bakanlığının bir çaba gösterdiğini biliyorum.

Diğer bir sorun vardı ama bitti. Bu sorun devlet memuru olan kişilerin ilaç alabilmesi için reçetelerini sekreterlikten ya da muhasebeden imza alınması zorunluluğuydu. Bunu yaparken ofisinizin içinde çalışan kişilerin sizin tanınızı görüyordu. Bu yüzden devlet memurları kendi cebinden karşılamaya çalışıyordu. 2 sene önce yapılan düzenleme ile değişti. Devlet memurlarının fişlenmesi anlamında bir şey kalmadı.  Bunun dışında sağlık kuruluşlarında aslında yapılması yasak olan ama yapılan bazı şeyler var mesela hastanın yatağının başucuna AIDS’li yazması, dosyasına AIDS yazmak gibi bu artık kişisel olarak sağlık çalışanlarının yaptığı şeyler. Ama sistematik fişleme Medula sistemedir. 



HIV edinmiş kişilerin sosyal hayatta (işe ve arkadaş aile) karşılaştıkları sorunlar nelerdir? 


Pınar Öktem: İş, arkadaş ve aile ortamlarını ayırarak açıklamak gerekir. Çoğu insan zaten iş hayatında ki statüsünden dolayı açıklamıyor, açıkladığı zaman işten çıkarılma ya da istifa ettirmeyle karşılaşılıyor. Ve bunlar artarak devam ediyor, azalmıyor maalesef. Dernek olarak bize ulaşıldığı zaman müdahale edebiliyoruz. Örneğin, tamamen yasadışı bir davranışı var işverenin, bizde kişinin çalışması için elimizden geleni yapıyoruz. Ayrıca psikolojik olarak da etkilenme oluyor. İş arkadaşlarının harekelerinden gözlerinde garip bir bakış var mı? İşte bugünde güvende miyim çalışabilecek miyim? Birçok kişi dernekten habersiz oldukları gibi yasal haklarından da habersiz. 


Aile ve arkadaşlar bakımından baktığında başka ülkelere nazaran daha olumlu geliyor. Yakın arkadaş çevresi ve aile(derken anne baba kardeş diyorum) HIV pozitif olduğunu öğrendiği zaman akrabası ya da yakın arkadaşları HIV edinmiş kimseyi hemen hayatından çıkarmıyor. Böyle bir gözlemim var.  Bunun içinde bir de sağlık boyutu olduğu için o insanı kaybetmekten duyulan bir korku da olduğu için destekleme gözlemliyorum ve hekimlerde böyle düşünüyor. Hekimler 80’lerde 90’larda biz kimsesiz bırakılan hastayla uğraşırdık. Evden kendileri giysi getirirlermiş yanında kalan olmazmış bazen hemşireler sabaha kadar kalırlarmış. Artık günümüzde 2000’lerden itibaren hem eşlerin hem de anne ve babaların daha destekleyici daha koruyucu ve kollayıcı olduğunu onlarda gözlemliyor.

HIV edinmiş kişilerin evlenmesinde yasal bir engel var mı?


Evlenmeyle ilgili bir sıkıntı var. Yasal olarak HIV edinmiş kişilerin evlenme yasağı diye bir şey yok. Evlilik önceki testlerde HIV testi yapılması zorunlu değil. Herkes bunu zorunlu zannediyor. Genelgede şu denmiş aslında:  bazı testlerin (eliza gibi) yapılmasının önerilmesi zorunludur. Evlenmeye gelen kişilere bunu söylemek zorundasın ama yaptırtmak zorunda değilsin. İşte sırf HIV’li diye nikah memuru tarafından evlendirilmiyor. Bunlarda avukat vasıtası ile düzeltilebiliyor. İşe derneği bilmeyen inşalar kendi hayatlarından vazgeçiyorlar, evlenmekten, çocuk yapmaktan bir nevi ‘sef discrimicantion’ yapıyorlar. İşte diyorlar ya AIDS öldürmez ön yargı öldürür. 


Sanat anlayışı farklı olanlar…

Araştırmalarımı yaparken ötekileştirmeyi bu denli açık bir şekilde yapan başka bir şarkı görmedim.

İsmail Türüt, yapmış olduğu bir şarkıda AIDS edinmiş insanlara aynen şöyle sesleniyor:

Aids hastalığı hoşgeldin,
İnsanlıktan çıkanları al götür
Gelecek zamanı ne güzel bildin,
Belleğini yıkanları, al götür

Al götür al götür
Babam olsa al götür,
Eşek cennetine götür

Sokakları doldurmuşlar kopuklar
Ancak bu pisliği bu illet paklar
Ameliyat oldu cinsi sapıklar
Erkeklikten bıkanları
Al götür al götür
Babam olsa al götür,
Eşek cennetine götür

Arkadan bakınca tipe bak tipe
Sonradan dönmeymiş sıpa oğlu sıpa
Kolunda bilezik kulağında küpe
İncik boncuk takanları al götür..

Sanat şapkası altında yapılmış bir başka durum ise AIDS/HIV edinmiş bir kızın başından geçen olayların anlatıldığı Türk yapımı İncir Reçeli. 

Filmin yapılmadan önce fikir edinmek için derneğe gelindiğini söyleyen Öktem bir sürü yanlışlıkların olduğunu dile getirdi. Derneğin açıklamasına ulaştım. İşte dernekten gelen açıklamanın bir kısmı:

'HIV ile ilgili olarak bilinen en temel yanlışlar; hastalığın ölümcül olduğu ve tedavisinin olmadığı; HIV ile yaşayanların sağlıksız ve kısa bir yaşam sürdükleri, öpüşmeyle hastalığın bulaştığı, cinsel hayatlarının olamayacağı, sağlıklı ve normal bir hayatlarının olamayacağı, zehirli oldukları, çok ağır tedaviler gördükleri gibi yanlış bilgilerdir. Bu hatalı bilgiler; Aytaç Ağırlar tarafından çekilen “İncir Reçeli” filminde tekrarlanmaktadır. Gerçekle ilişkisi olmayan; HIV’in ilk tanımlandığı yıllara ait bu bilgilerin, 2011 yılındaki bir sinema filminde kullanılıyor olması toplumsal önyargıların en önemli göstergelerinden biridir. Böylesine hassas ve tüm toplumu ilgilendiren bir konunun, bir kavuşamama sebebi olarak bilinçsizce sunulması bizleri rahatsız etmektedir.
HIV Aşk’ın Önünde Engel Değildir!'


Hukuk var ama onlar için yok

Ülkemizde AİDS edinmiş bireyi koruyacak nefret söylemi yasası yok. En son açıklanan Demokratikleşme Paketinde bir şeyin nefret suçu sayılabilmesi için ‘dil, ırk, milliyet, renk, engellilik, siyasi görüş, dini ve felsefi inanç veya cinsiyet yeterli görüldü ve tasarıda etnik kimlik, uyruk ve cinsel yönelim es geçildi. Bu yüzden İsmail Türüt gibi kişilerin yaptığı nefret söylemi hiçbir şekilde karşılık bulamayacak. Adalet binaları çağdaş yapıdan oluşan bir yığından öteye gidemeyecek.

Ne demeliyiz ne dememeliyiz       

Pozitif Günlük sitesinden alındı

Murat köylünün Nefret Söylemi Nefret suçları kitabında 'bulaşmak', 'taşımak', 'kapmak' gibi taşıdığı olumsuz anlam nedeniyle tercih edilmemeli bunun yerine HIV ile yaşamak HIV'i edinmek, HIV pozitif gibi sözcükler kullanmalıyız. 

Elde ettiğimiz verileri Göstergeler bilimi ile değerlendirmeye çalışırsak eğer…


Sözlü kültürde yaşayan insanların avcılık ve toplayıcılıktan tarıma geçişiyle birlikte yerleşik hayata geçildi. Bu geçiş, kültürün yerleşmesinin yanı sıra tarımsal üretimin başlaması ile ortaya çıkan iş gücü ihtiyacı, kölelik anlayışını ortaya çıkardı ve maalesef bu anlayış günümüzde var olmaya devam ediyor. Bu kendini başkalarına karşı üstün görme anlayışı her zaman diliminde çeşitli araçlarla insanların beyinlerine etiketlendi ve hala etiketleniyor. Bu etiketlenme sürecinde ‘dil’ çok önemli bir rol oynuyor. Çünkü dil sadece düşüncüleri ifade etmek için kullanılmaz. Bir şeyleri işaret etmek için de kullanılır. Saussure göre ‘Dil bir göstergeler dizesidir ve anlam üretimi dile bağlıdır’. Bu anlam üretimi baskın kültürün azınlığa ya da farklılığa karşı olma durumudur[3]. Bu baskın olma hali işlediğimiz HIV/AIDS konusunda da mevcuttur. Enfektenin kendini iyice hissettirdiği yıllarda gazetelerin konuyu ele alışları bir gurubun diğer bir guruba tahakküm kurma arzusunu görmemize çok iyi bir örnek oluşturmaktadır. Basının ve diğer nedenlerin yarattığı bilgi kirliliği toplumda genel geçer pratiklerin yerleşmesine ve bunların bir ‘olguymuş’ gibi kabul edilmesine yol açmıştır. HIV/AIDS denildiğinde(gösterge) hasta olma hali, enfekte edinmek, HIV ile yaşamak ya da ömür boyu bizle yaşayan ama hayatımıza ve diğer hayatlara doğru şekilde davrandığımızda herhangi bir mahsuru olmayan bir durum(gösterilen) olması gerekirken HIV/AIDS telaffuz edildiğinde(gösterge) hastalıklı, vebalı, bulaştırıcı, tehlikeli, ölüm, salgın, eşcinsel hastalığı(gösterilen) olarak algılanmaktadır.

Örnek vermek gerekirse 2010 yılında Birol Biçer tarafından kaleme alınan ve Yeni Aktüel dergisinde yayınlanan ‘Milli Takım Türkiye’yi AIDS Salgınından kurtardı!’ başlıklı yazıda bir ülkeyi dört ‘gösterilenle’ yani ‘Futbol, Afrika, Fuhuş, AIDS olarak özetlemekle ve Dünya Kupasına gitmememizin bir şans olduğunu vurgulamaktadır. Futbol, Afrika, fuhuş ve AIDS... Mantık gayet basit: Dünya kupası Güney Afrika'da yapılacak. Binlerce taraftar buraya dizginlerinden boşalmışçasına akın edecek. Zafer sarhoşu ya da mağlubiyet kırgını da olsalar içkiler su gibi gidecek. Bunu fırsat bilen Afrikalı hayat kadınları, taraftarları memnun edecek. Korunan korunacak, korunmayan büyük ihtimalle HIV virüsünü ülkesine Dünya Kupası hatırası olarak götürecek. İşte milli takım, çoğunlukla "Bize bir şey olmaz" zihniyetinin hâkim olduğu Türk taraftarlarının Güney Afrika'ya gidişini engelleyerek Türkiye'yi muhtemelen büyük bir AIDS salgınından kurtardı. Olmaz öyle şey demeyin zira Dünya Kupası'na daha altı ay süre varken, Güney Afrikalı hayat kadınları şimdiden başkente akın ederek lüks semtlerden daireler kiralamaya başlamışlar bile... Üstelik bunların çoğunun AIDS'li olduğu biliniyor’. Türkiye ahalisinin AIDS hakkında bilgisizliğine dem vurmak isterken bir ülkenin insanlarını stereotipleştirerek bir fuhuş deryası olduğunu söylemeye çalışmakta ve bu durumu patriarkal bir zihniyetle bu enfektenin ancak kadınlarda olabileceğini erkeklerin ise risk altında olduğunu alt metninde rahatça analiz edebileceğimiz bir durumu ne yazık ki bizlere göstermektedir. İrdelemeye devam edersek aslında 1985 yılının ‘zenci hastalığı’ bilgisi yazarın bilinçaltına yerleşmiş olacak ki böyle bir ‘gösterilenle’ okuyucunun kafasına çeşitli etiketlendirmeler yapmaktan geri durmamış. Bu ‘zenci hastalığı’ durumu yazar ve yazar gibi düşünen birçok kişide bir mit(söylen) oluşturmuştur. Roland Barthes çağdaş söylenler kitabında bu durumu şöyle açıklamakta ‘söylen sözünü ettiği nesneyi her türlü tarihten yoksun bırakır. Tarih söylende buharlaşır; bir tür ülküsel uşaktır: hazırlar, getirir, yerleştirir, efendi gelince sessizce çekilir; bu güzel nesnenin nereden geldiğini sormadan tadını çıkarmak ona kalır’[4].
Hegemonya öyle güçlü bir yapıdır ki etiketlendirme sürecini çok iyi becerir ve ortalığa çeşitli bilgi tanecikleri ortaya koyar ve bu durum sanki insanoğlunun varoluşundan beri bazı durumlardan kendilerini korumaları gerektiğini –örneğin: HIV/AIDS gibi, ve ona karşı cephe açmak gerektiğini düşündürür ve düşünen varlık Homo sapiens akıl tutulması içerisine girer ve onun için en kolay olan yol olan ötekileştirmeyi seçer, araçlarda onlara hizmetkarlık eder.


Bazen de öyle bir an gelir ki toplumda öteki iken sisteme uyulup başka kişiler ötekileştirilir, ötekileştirildiğini unutarak. Bununla ilgili 2012 de Trans bireylerin oturması yüzünden ‘namus elden gidiyor’ düşüncesiyle mahalle baskısına maruz kalınmış ancak söylenenlere göre Avcıların yeniden yapılandırılması ile sitenin eskiden daha çok değerlenmesi yani rant nedeniyle Meis sitesi gündeme gelmişti. Bende site sakinlerinden trans bir kadınla görüştüm.

HIV edinmiş bireyler medya da 80’li yıllarda eşcinsel, trans hastalığı deniyordu. Gazete arşivinde bulunurken 2006 yılında ‘Üzerine Aids’li trans düştü’ haberi yapıldı. Siz çıkan bu haberler hakkında ne düşünüyorsunuz? HIV edinmiş bir tanıdığınız var mı ?


H.Y: Benim HIV problemli bir arkadaşım var. Bir tanesi de vefat etti.  Sevgilisi de aynı hastalığı taşıyordu.  Hastalığı taşıdığını öğrendikten sonra çalışmayı bıraktı. Sevgilisinin de maddi durumu iyiydi.  Çapa da tedavi görüyordu bir gün ziyaretine gittiğimde üzerime deneyler yapıyordu demişti.( 2005 yılı). Ailesi Rizeliydi geldi aldılar naaşını. 

Begüm Kılıççı tarafından temin edilmiştir.
Biz HIV hastalığı olan arkadaşlarımızla ayrımcılık yapmıyoruz. Biz HIV’in nasıl bulaşılıp nasıl bulaşılmayacağını biliyoruz. Zaten kendisi çalışmıyor. Devlet para veriyor. İlaçları devlet tarafından veriliyor. Bu konuda arkadaşlarımızla birbirimize yardımcı oluyoruz. Prezervatifsiz zaten ilişkiye girmiyoruz. Hayat kadınlarından HIV tanıdıklarım var. Bana bulaştı bende başkasına bulaştırırım düşüncesinde insanlarda var.  Ama travestiler böyle değiller. Eğer HIV’li bir travesti ilişkiye devam ederse bizler tarafından dışlanıyor. Tepkimizi gösteriyoruz. AIDS travestilerden bulaşmıyor Hayat kadınlardan buluşıyor. Bizler bir arda olduğumuzdan dolayı konuşuyoruz. Aramızda konuşuyoruz prezervatifsiz ilişkiye girme bu hastalığa yakalanırsın AIDS’e yakalanırsın diye birbirimizi bilgilendiriyoruz. Bugün prezervatifsiz ilişkiye giren translar yok denecek kadar azlar. Ama hayat kadınları öyle değil. Hayat kadınlarıyla çok arkadaşlığım oldu. Prezervatifsiz ilişkiye giriyorlar aids’in ne olduğunu bilmiyorlar. Türkmenistanlı kadınlar zaten hiç prezervatif kullanmıyorlar Aids ne diyorum AIDS ne abla diyor. Çıkıyor çalışmaya, adam 10 TL daha bahşiş fazla verdiği için prezervatif kullanmıyor.  Adam bana trilyonda verse prezervatifsiz ilişkiye girmem. Bugün aslından AIDS hastalığı bugün öldürmüyor on yıl 15 yıl yaşayabiliyorlar. Öyle bir hasatlık olunca da insanların tepkisini biliyorsun.

Ben: HIV ya da Aids arasında bir fark var mı?

H.Y: Hayır yok.

H.Y hanım konuşma sırasında trans bireylerin HIV/AIDS enfektesini taşımadıklarından bunların sorumlusunun aslında hayat kadınlarının olduğundan bahsediyor ve öteki iken ötekileştirme zeminini kendisi hazırlıyordu. Bu durum belki bilinç dışı bir hareketti ancak sonuçta kendisinin problem olarak tanımladığı HIV/AIDS enfektesini bir gruba yüklemek sistemin yardımcılığını yapmaktan öteye gidememektedir. Burada ayrımcılık bir başka öteki tarafından yapılmış ve kim bilir daha kaç kişi bu durumu yaşıyor ve yaşatıyordur.


İnsanların kendilerini başkalarına göre tanımlamayıp, ötekileştirmediği bir yaşam dilerim.

Referanslar


[1] http://gecmisgazete.com/kupur_goster.php?kupurid=11976
[2] http://gecmisgazete.com/kupur_goster.php?kupurid=11976
[4] Barthes Roland, 2011 Metis Yayınları Çağdaş Söylenler çev: Tahsin Yücel sayfa 2







Nokta dergisi 20 Ekim 1985

Nokta dergisi 20 Ekim 1985

Nokta dergisi 20 Ekim 1985

Nokta dergisi 20 Ekim 1985

Nokta dergisi 20 Ekim 1985

Nokta dergisi 20 Ekim 1985

Nokta dergisi 20 Ekim 1985

Nokta dergisi 20 Ekim 1985

4 Aralık 1985 Milliyet

4 Kasım 1985 Milliyet

4 Kasım 1985 Milliyet

6 Kasım 1985 Milliyet

7 Aralık 1985 Milliyet

7 Kasım 1985 Milliyet

8 Kasım 1985 Milliyet 

Milliyet Gazetesi 1985
Milliyet Gazetesi 1985

Milliyet Gazetesi 1985

Milliyet Gazetesi 1985

Milliyet Gazetesi 1985




1985 Milliyet


1985 Milliyet


Fotoğraflar için kaynakça:

Taksim Atatürk Kitaplığı Milliyet, Kasım-Aralık ayı 1985

Taksim Atatürk Kitaplığı Nokta Dergisi 20 Ekim 1985



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder