AIDS öldürmez Önyargı Öldürür!
HIV,
Türkçe ifadesiyle 'İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü', kimine göre sıradan bir enfeksiyon
kimine göre bir toprak parçası içerisinde insanların kötü bakışlarına maruz
kalmanın nedensiz bedeli. Dünyada ve ülkemizde her sene 1Aralık günü 'Dünya
AIDS Günü' olarak anılıyor. Yılda bir kere medya organlarının halet-i
ruhiyesine göre ya ilk sayfada, ufak bir şekilde veriliyor ya da gazetenin boş
kalan bir yerine serpiştiriliyor. HIV/AIDS edimmiş bireyler toplumda yanlış
anlaşılmışlığın, bilgi kirliliğinin kurbanı olmuş diğer yandan medya araçları
da bu durumuma maalesef ön ayak olmuşlardır. Araştırma kapsamında yaptığım
medya taramaları gösteriyor ki HIV/AIDS ile ilgi konularda ayrımcılıkla ilgili
medyanın dişe dokunur bir çabası görülmemiştir.
21.yy’da
gelişen teknolojiden, insanların kolay bilgi akışışından yararlanamaması ne
hazindir. Özellikle medya kurumlarının bu akışta oynadığı büyük rolü iyi
oynayamaması ve her senenin sonunda ‘yılın en berbat oyuncusu’ seçilmesi tartışılması
gereken elzem konuların başında gelmelidir.
Bu konuyu projemde seçmemin nedeni?
‘Media, Diversity and Discrimination’ dersinde yaptığım ilk sunumda tesadüfen karşılaştığım 2009 yılında Regenbogen isimli bir şirket tarafından yapılmış afişlerde Hitler’i, Stalin’i ve Saddam’ı HIV/AIDS edinmiş biri olarak özdeşleştirmişlerdi. Kitlelerin imhasına sebep olan kişiler olarak düşünülen bu insanlarla bu virüsü ilintilemeleri ve bu enfekteyle yaşayan insanları hedef göstermeleri beni etkiledi ve son projemde bu konuyu daha geniş bir çerçevede anlatmama neden oldu.
Araştırma Kapsamım…
Çalışma alanım özellikle Milliyet gazetesi Kasım-Aralık ayı
1985 yılı olarak incelendi, ilgili gazetenin diğer yıllarda oluşturduğu
haberlere bakıldı ve ayrıca gazetede, dergide konuyla ilgili göze çarpan
haberler, yazı dizileri projeye dahil edildi. Ayrıca Pozitif Yaşam Derneği
Başkan Yardımcısı/ Sosyolog Pınar Öktem ile röportaj yapıldı. Proje esnasında
Yasemin İnce oğlu tarafından derlenen Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları
kitabında HIV/AIDS ile bölümü hazırlayan Murat
Köylüden de yararlanıldı.
HIV/AIDS edinmiş bireylere karşı Ayrımcılık Var!
Wikipedia'dan alındı |
Siz
bu konuda bir araştırma yaptınız mı?
Pınar
Öktem: Murtaza beyi zamanında teşhis etmiş olan doktorun
asistanı ve onla ilk görüşmeyi yapmış olan gazeteci ile konuştum. Hepsi şunu
söylüyorlardı; onun zamanında ki ilk doktoru kendisini medya mensuplarından
hasta hakkı mahremiyeti gereği koruyordu, bu şekilde haberlerinin çıkmaması
için çaba sarf ediyordu, hastane içinde ayrımcılık uygulatmıyordu diye
duydum. Fakat daha sonra ‘eline
düştüğü’ doktorlar kendilerini
ünlendirmek için bir anlamda kendini medyaya pazarlamak için işte benim elimde
böyle bir şey var gelin bakın diye efradındakilere söylemiş. İlk
defa böyle bir şeyle karşılaşılıyor medya mensubu.
Sizce
o zaman da gazetecilik yapanlar eleştirilmeli mi?
Pınar
Öktem: Pek değil aslında.
Eğer duyumlar doğruysa bence doktorlar kesinlikle eleştirilmesi gerekir.
Her zaman hastanın mahremiyeti diye bir şey var bu yeni olan bir kural değil
kaldı ki etiği falan da geçtim insanın sağlığını koruması gerekiyorsa
gazeteciden de koruması lazım.
AIDS
kaç yılında kronik hastalık olarak kabul ediliyor?
Pınar
Öktem: 1996 yılında kabul ediliyor.
Milliyet’in
2001 yılında bizim basında ‘günde 3 kişiye AİDS bulaştırdı!’ diye bir haber
var. Burada hala basınının kötü yönde bir etkisi yok mu?
Ben
biraz geriye dönüp 2002’de aile fertlerinden birinin kan alması sonucu HIV
pozitif edinmesine ve diğer aile üyelerine bulaşmasına neden olan olaya değinmek
isterim. Kızılay’dan alınan kan naklinden dolayı kapılan enfekte olayında
Kızılay’ın sizce bir ihmalkârlığı var mı?
Pınar Öktem: Kızılay’ın bir suçunun olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar HIV testi yaptırabilecek doğru dürüst bir merkez bulamadığı
ve en önemlisi ayrımcılığa uğrayacaklarını düşündükleri için doğrudan bir yere
gitmek yerine Kızılay’a gitmeyi tercih etmişler. İşte ben gidip Kızılay’a başvurayım
kanımda AIDS var mı yok mu öğreneyim düşüncesiyle test yaptırma amacında olan
bir sürü insan vardı. Ancak şöyle bir şey var ki eğer siz HIV’i 1 hafta öce almışsanız
ertesi günü kan veriyorsanız hiçbir şekilde o teste çıkmaz. 3 ay içerisinde
eliza yöntemi yapılması gerekir ama daha kısa süreli testlerde var 2 hafta içinde
sonucu alınabilecek olandan, muhtemelen Kızılay onu uyguluyordur. Bu yine
dönüp dolaşıp devlete gelecek. İnsanların gönüllü bir şekilde anonim bir şekilde
yani mahremiyeti korunmuş bir şekilde test yaptırabilecekleri yerler sağlamadığınız
zaman bu şekilde olaylarla karşılaşabiliyorsunuz.
Anonimliği
biraz açabilir misiniz? Nasıl bir merkezden bahsediyoruz devlet destekli mi
özel sağlık kuruluşlarınca açılması gereken bir şey mi?
Yok, devlet
desteğinin olması gereken bir durumda sisteme kayıt olmadan da bu testleri
yaptırmanız gerekiyor. Biliyorsunuz ki bütün sağlık sistemi elektronik olarak
birbirine bağlı sizin aldığınız tanı her mahallede ki eczane çalışanı
tarafından görülebiliyor. Böyle bir ortamda sen HIV testinin sonucunu eczacı
tarafından görülmesini istemezsin. Eczacı ya da diğer tüm sağlık çalışanlarına
yüzde yüz güveniyor olsak bile o zaman problem değil ama. Böyle bir durumda söz
konusu değil.
Tam da bu fişleme noktasında 1985 tarihli Nokta dergisinden söz etmek istiyorum. Bir kapak fotoğrafı koymuşlar üzerinde Azrail temalı bir çalışma ve içerisinde de maymun ve benekli insan bacağı gibi fotoğraflar var bir de içerik olarak nereden elde edildiğini bilmediğimiz bilgiler mevcut; 3 işi kişinin AİDS olduğunu, yaşlarını, hayat tarzlarını yani her şeye vakıflar. Hem bu durumu hem de sağlık konusunda ne gibi fişleme yöntemleri olduğunu anlatır mısınız?
Pınar Öktem: : Önce 85’te nokta
dergisinde olan o 3 kişiden söz etmek isterim. Sağlık bakanlığının açıklamalarına
göre 85 te sadece 1 vaka var. Cinsiyeti falan da belli değil o muhtemelen
Murtaza dolaysıyla 85’te 3 vaka varsa doktorlar devlete değil de nokta dergisi çalışanına
bildiriyorsa orada çok büyük bir yanlış var. Fotoğrafların kullanılmasıyla
ilgili olarak ta sansasyonel olmak dikkat çekmek için yapılmış şeyler.
Fişleme ile ilgili Medula sistemi var;
ilaçların takip edildiği sistem. İşte bir bakımdan mantıklı, doktor hastaya ilaç
yazıyor o ilaç bitmeden verilmesin diye takibinin yapılabildiği bir sistem. Ayrıca
SGK üzerinden ne kadar satılmış gibi verilerin takibinin kolay olduğu bir
sistem bu bakımdan mantıklı bir sistem ama HIV’le ilgili bazı ilaçlarda o ilacı
doktorun yazması için oraya bir tanı girmesi gerekiyor tanı girildiği zaman da
işte bu medula sistemine erişimin olduğu herkes görebiliyor. Bunu engellemek için
hem hekimler tarafından hem bizim tarafımızdan sağlık bakanlığına çok şikayet
edildi ve bazı değişiklikler yapıldı. Şuanda AIDS’Lİ değil de ‘bağışıklık
yetmezliği sendromu’ gibi çok bilmeyeninde anlamayacağı bir tabir geçiyor.
Fakat hala bazı ilaçlarda bunu yapamadılar. ‘Proflaksi’ denilen bir ilaç var
virüsü bulaşır bulaşmaz engelleyebileceğiniz bir şey. Daha çok sağlık çalışanları
bunu kullanıyor. Örneğin, hemşirenin eline iğne battı hemen bu ilaca başlayıp 1
ay boyunca kullanırsa bulaş olmuyor. Bunu kullanması için insanların ona da
AIDS yazması gerekiyor. Sağlık Bakanlığı şuanda bunu düzeltmeye çalışıyor.
Burada sağlık bakanlığının bir çaba gösterdiğini biliyorum.
Diğer bir sorun vardı ama bitti. Bu sorun
devlet memuru olan kişilerin ilaç alabilmesi için reçetelerini sekreterlikten
ya da muhasebeden imza alınması zorunluluğuydu. Bunu yaparken ofisinizin içinde
çalışan kişilerin sizin tanınızı görüyordu. Bu yüzden devlet memurları kendi
cebinden karşılamaya çalışıyordu. 2 sene önce yapılan düzenleme ile değişti.
Devlet memurlarının fişlenmesi anlamında bir şey kalmadı. Bunun dışında
sağlık kuruluşlarında aslında yapılması yasak olan ama yapılan bazı şeyler var
mesela hastanın yatağının başucuna AIDS’li yazması, dosyasına AIDS yazmak gibi
bu artık kişisel olarak sağlık çalışanlarının yaptığı şeyler. Ama sistematik fişleme
Medula sistemedir.
HIV
edinmiş kişilerin sosyal hayatta (işe ve arkadaş aile) karşılaştıkları sorunlar
nelerdir?
Pınar Öktem: İş, arkadaş ve aile ortamlarını
ayırarak açıklamak gerekir. Çoğu insan zaten iş hayatında ki statüsünden dolayı
açıklamıyor, açıkladığı zaman işten çıkarılma ya da istifa ettirmeyle karşılaşılıyor.
Ve bunlar artarak devam ediyor, azalmıyor maalesef. Dernek olarak bize ulaşıldığı
zaman müdahale edebiliyoruz. Örneğin, tamamen yasadışı bir davranışı var işverenin,
bizde kişinin çalışması için elimizden geleni yapıyoruz. Ayrıca psikolojik
olarak da etkilenme oluyor. İş arkadaşlarının harekelerinden gözlerinde garip
bir bakış var mı? İşte bugünde güvende miyim çalışabilecek miyim? Birçok kişi
dernekten habersiz oldukları gibi yasal haklarından da habersiz.
Aile ve arkadaşlar bakımından baktığında
başka ülkelere nazaran daha olumlu geliyor. Yakın arkadaş çevresi ve
aile(derken anne baba kardeş diyorum) HIV pozitif olduğunu öğrendiği zaman
akrabası ya da yakın arkadaşları HIV edinmiş kimseyi hemen hayatından çıkarmıyor.
Böyle bir gözlemim var. Bunun içinde bir de sağlık boyutu olduğu için o
insanı kaybetmekten duyulan bir korku da olduğu için destekleme gözlemliyorum
ve hekimlerde böyle düşünüyor. Hekimler 80’lerde 90’larda biz kimsesiz bırakılan
hastayla uğraşırdık. Evden kendileri giysi getirirlermiş yanında kalan olmazmış
bazen hemşireler sabaha kadar kalırlarmış. Artık günümüzde 2000’lerden itibaren
hem eşlerin hem de anne ve babaların daha destekleyici daha koruyucu ve kollayıcı
olduğunu onlarda gözlemliyor.
HIV
edinmiş kişilerin evlenmesinde yasal bir engel var mı?
Evlenmeyle ilgili bir sıkıntı var. Yasal olarak HIV
edinmiş kişilerin evlenme yasağı diye bir şey yok. Evlilik önceki testlerde HIV
testi yapılması zorunlu değil. Herkes bunu zorunlu zannediyor. Genelgede şu
denmiş aslında: bazı testlerin (eliza
gibi) yapılmasının önerilmesi zorunludur. Evlenmeye gelen kişilere bunu
söylemek zorundasın ama yaptırtmak zorunda değilsin. İşte sırf HIV’li diye
nikah memuru tarafından evlendirilmiyor. Bunlarda avukat vasıtası ile
düzeltilebiliyor. İşe derneği bilmeyen inşalar kendi hayatlarından
vazgeçiyorlar, evlenmekten, çocuk yapmaktan bir nevi ‘sef discrimicantion’
yapıyorlar. İşte diyorlar ya AIDS öldürmez ön yargı öldürür.
Sanat anlayışı farklı olanlar…
Araştırmalarımı yaparken ötekileştirmeyi bu denli açık bir şekilde yapan
başka bir şarkı görmedim.
İsmail Türüt, yapmış olduğu bir şarkıda AIDS edinmiş insanlara aynen şöyle
sesleniyor:
Aids hastalığı hoşgeldin,
İnsanlıktan çıkanları al götür
Gelecek zamanı ne güzel bildin,
Belleğini yıkanları, al götür
Al götür al götür
Babam olsa al götür,
Eşek cennetine götür
Sokakları doldurmuşlar kopuklar
Ancak bu pisliği bu illet paklar
Ameliyat oldu cinsi sapıklar
Erkeklikten bıkanları
Al götür al götür
Babam olsa al götür,
Eşek cennetine götür
Arkadan bakınca tipe bak tipe
Sonradan dönmeymiş sıpa oğlu sıpa
Kolunda bilezik kulağında küpe
İncik boncuk takanları al götür..
İnsanlıktan çıkanları al götür
Gelecek zamanı ne güzel bildin,
Belleğini yıkanları, al götür
Al götür al götür
Babam olsa al götür,
Eşek cennetine götür
Sokakları doldurmuşlar kopuklar
Ancak bu pisliği bu illet paklar
Ameliyat oldu cinsi sapıklar
Erkeklikten bıkanları
Al götür al götür
Babam olsa al götür,
Eşek cennetine götür
Arkadan bakınca tipe bak tipe
Sonradan dönmeymiş sıpa oğlu sıpa
Kolunda bilezik kulağında küpe
İncik boncuk takanları al götür..
Sanat şapkası altında yapılmış bir başka durum ise
AIDS/HIV edinmiş bir kızın başından geçen olayların anlatıldığı Türk yapımı
İncir Reçeli.
Filmin yapılmadan önce fikir edinmek için derneğe gelindiğini söyleyen
Öktem bir sürü yanlışlıkların olduğunu dile getirdi. Derneğin açıklamasına
ulaştım. İşte dernekten gelen açıklamanın bir kısmı:
'HIV ile ilgili olarak bilinen en temel yanlışlar; hastalığın ölümcül
olduğu ve tedavisinin olmadığı; HIV ile yaşayanların sağlıksız ve kısa bir
yaşam sürdükleri, öpüşmeyle hastalığın bulaştığı, cinsel hayatlarının
olamayacağı, sağlıklı ve normal bir hayatlarının olamayacağı, zehirli
oldukları, çok ağır tedaviler gördükleri gibi yanlış bilgilerdir. Bu hatalı
bilgiler; Aytaç Ağırlar tarafından çekilen “İncir Reçeli” filminde
tekrarlanmaktadır. Gerçekle ilişkisi olmayan; HIV’in ilk tanımlandığı yıllara
ait bu bilgilerin, 2011 yılındaki bir sinema filminde kullanılıyor olması
toplumsal önyargıların en önemli göstergelerinden biridir. Böylesine hassas ve
tüm toplumu ilgilendiren bir konunun, bir kavuşamama sebebi olarak bilinçsizce
sunulması bizleri rahatsız etmektedir.
HIV Aşk’ın Önünde Engel Değildir!'
HIV Aşk’ın Önünde Engel Değildir!'
Hukuk var ama onlar için yok
Ülkemizde AİDS edinmiş bireyi koruyacak nefret söylemi yasası yok. En son
açıklanan Demokratikleşme Paketinde bir şeyin nefret suçu sayılabilmesi için ‘dil, ırk, milliyet, renk,
engellilik, siyasi görüş, dini ve felsefi inanç veya cinsiyet yeterli görüldü ve
tasarıda etnik kimlik, uyruk ve cinsel yönelim es geçildi. Bu yüzden İsmail
Türüt gibi kişilerin yaptığı nefret söylemi hiçbir şekilde karşılık bulamayacak.
Adalet binaları çağdaş yapıdan oluşan bir yığından öteye gidemeyecek.
Ne demeliyiz ne dememeliyiz
Pozitif Günlük sitesinden alındı |
Murat köylünün Nefret Söylemi Nefret suçları kitabında 'bulaşmak',
'taşımak', 'kapmak' gibi taşıdığı olumsuz anlam nedeniyle tercih edilmemeli
bunun yerine HIV ile yaşamak HIV'i edinmek, HIV pozitif gibi sözcükler
kullanmalıyız.
Elde ettiğimiz verileri Göstergeler bilimi ile değerlendirmeye çalışırsak eğer…
Sözlü kültürde yaşayan
insanların avcılık ve toplayıcılıktan tarıma geçişiyle birlikte yerleşik hayata
geçildi. Bu geçiş, kültürün yerleşmesinin yanı sıra tarımsal üretimin başlaması
ile ortaya çıkan iş gücü ihtiyacı, kölelik anlayışını ortaya çıkardı ve
maalesef bu anlayış günümüzde var olmaya devam ediyor. Bu kendini başkalarına karşı
üstün görme anlayışı her zaman
diliminde çeşitli araçlarla insanların beyinlerine etiketlendi ve hala
etiketleniyor. Bu etiketlenme sürecinde ‘dil’ çok önemli bir rol oynuyor. Çünkü
dil sadece düşüncüleri ifade etmek için kullanılmaz. Bir şeyleri işaret etmek
için de kullanılır. Saussure göre ‘Dil bir göstergeler dizesidir ve anlam
üretimi dile bağlıdır’. Bu anlam üretimi baskın kültürün azınlığa ya da
farklılığa karşı olma durumudur[3].
Bu baskın olma hali işlediğimiz HIV/AIDS konusunda da mevcuttur. Enfektenin
kendini iyice hissettirdiği yıllarda gazetelerin konuyu ele alışları bir
gurubun diğer bir guruba tahakküm kurma arzusunu görmemize çok iyi bir örnek
oluşturmaktadır. Basının ve diğer nedenlerin yarattığı bilgi kirliliği toplumda
genel geçer pratiklerin yerleşmesine ve bunların bir ‘olguymuş’ gibi kabul
edilmesine yol açmıştır. HIV/AIDS denildiğinde(gösterge) hasta olma hali,
enfekte edinmek, HIV ile yaşamak ya da ömür boyu bizle yaşayan ama hayatımıza
ve diğer hayatlara doğru şekilde davrandığımızda herhangi bir mahsuru olmayan
bir durum(gösterilen) olması gerekirken HIV/AIDS telaffuz edildiğinde(gösterge)
hastalıklı, vebalı, bulaştırıcı, tehlikeli, ölüm, salgın, eşcinsel hastalığı(gösterilen)
olarak algılanmaktadır.
Örnek
vermek gerekirse 2010 yılında Birol Biçer
tarafından
kaleme alınan ve Yeni Aktüel dergisinde yayınlanan ‘Milli Takım Türkiye’yi AIDS Salgınından kurtardı!’ başlıklı yazıda
bir ülkeyi dört ‘gösterilenle’ yani ‘Futbol, Afrika, Fuhuş, AIDS olarak
özetlemekle ve Dünya Kupasına gitmememizin bir şans olduğunu vurgulamaktadır. ‘Futbol, Afrika, fuhuş ve AIDS... Mantık gayet basit:
Dünya kupası Güney Afrika'da yapılacak. Binlerce taraftar buraya dizginlerinden
boşalmışçasına akın edecek. Zafer sarhoşu ya da mağlubiyet kırgını da olsalar
içkiler su gibi gidecek. Bunu fırsat bilen Afrikalı hayat kadınları,
taraftarları memnun edecek. Korunan korunacak, korunmayan büyük ihtimalle HIV
virüsünü ülkesine Dünya Kupası hatırası olarak götürecek. İşte milli takım,
çoğunlukla "Bize bir şey olmaz" zihniyetinin hâkim olduğu Türk
taraftarlarının Güney Afrika'ya gidişini engelleyerek Türkiye'yi muhtemelen büyük
bir AIDS salgınından kurtardı. Olmaz öyle şey demeyin zira Dünya Kupası'na daha
altı ay süre varken, Güney Afrikalı hayat kadınları şimdiden başkente akın
ederek lüks semtlerden daireler kiralamaya başlamışlar bile... Üstelik bunların
çoğunun AIDS'li olduğu biliniyor’. Türkiye
ahalisinin AIDS hakkında bilgisizliğine dem vurmak isterken bir ülkenin
insanlarını stereotipleştirerek bir fuhuş deryası olduğunu söylemeye çalışmakta
ve bu durumu patriarkal bir zihniyetle bu enfektenin ancak kadınlarda
olabileceğini erkeklerin ise risk altında olduğunu alt metninde rahatça analiz
edebileceğimiz bir durumu ne yazık ki bizlere göstermektedir. İrdelemeye devam
edersek aslında 1985 yılının ‘zenci hastalığı’ bilgisi yazarın bilinçaltına
yerleşmiş olacak ki böyle bir ‘gösterilenle’ okuyucunun kafasına çeşitli
etiketlendirmeler yapmaktan geri durmamış. Bu ‘zenci hastalığı’ durumu yazar ve
yazar gibi düşünen birçok kişide bir mit(söylen) oluşturmuştur. Roland Barthes
çağdaş söylenler kitabında bu durumu şöyle açıklamakta ‘söylen sözünü ettiği
nesneyi her türlü tarihten yoksun bırakır. Tarih söylende buharlaşır; bir tür
ülküsel uşaktır: hazırlar, getirir, yerleştirir, efendi gelince sessizce
çekilir; bu güzel nesnenin nereden geldiğini sormadan tadını çıkarmak ona kalır’[4].
Hegemonya öyle güçlü bir yapıdır ki
etiketlendirme sürecini çok iyi becerir ve ortalığa çeşitli bilgi tanecikleri
ortaya koyar ve bu durum sanki insanoğlunun varoluşundan beri bazı durumlardan
kendilerini korumaları gerektiğini –örneğin: HIV/AIDS gibi, ve ona karşı cephe
açmak gerektiğini düşündürür ve düşünen varlık Homo sapiens akıl tutulması
içerisine girer ve onun için en kolay olan yol olan ötekileştirmeyi seçer,
araçlarda onlara hizmetkarlık eder.
Bazen de öyle bir an gelir ki toplumda öteki iken
sisteme uyulup başka kişiler ötekileştirilir, ötekileştirildiğini unutarak.
Bununla ilgili 2012 de Trans bireylerin oturması yüzünden ‘namus elden
gidiyor’ düşüncesiyle mahalle baskısına maruz kalınmış ancak söylenenlere göre
Avcıların yeniden yapılandırılması ile sitenin eskiden daha çok değerlenmesi
yani rant nedeniyle Meis sitesi gündeme gelmişti. Bende site sakinlerinden trans
bir kadınla görüştüm.
HIV
edinmiş bireyler medya da 80’li yıllarda eşcinsel, trans hastalığı deniyordu.
Gazete arşivinde bulunurken 2006 yılında ‘Üzerine Aids’li trans düştü’ haberi
yapıldı. Siz çıkan bu haberler hakkında ne düşünüyorsunuz? HIV edinmiş bir
tanıdığınız var mı ?
H.Y:
Benim
HIV problemli bir arkadaşım var. Bir tanesi de vefat etti. Sevgilisi de aynı hastalığı taşıyordu. Hastalığı taşıdığını öğrendikten sonra
çalışmayı bıraktı. Sevgilisinin de maddi durumu iyiydi. Çapa da tedavi görüyordu bir gün ziyaretine
gittiğimde üzerime deneyler yapıyordu demişti.( 2005 yılı). Ailesi Rizeliydi geldi
aldılar naaşını.
Begüm Kılıççı tarafından temin edilmiştir. |
Biz HIV hastalığı olan arkadaşlarımızla ayrımcılık yapmıyoruz.
Biz HIV’in nasıl bulaşılıp nasıl bulaşılmayacağını biliyoruz. Zaten kendisi
çalışmıyor. Devlet para veriyor. İlaçları devlet tarafından veriliyor. Bu
konuda arkadaşlarımızla birbirimize yardımcı oluyoruz. Prezervatifsiz zaten
ilişkiye girmiyoruz. Hayat kadınlarından
HIV tanıdıklarım var. Bana bulaştı bende başkasına bulaştırırım düşüncesinde
insanlarda var. Ama travestiler böyle
değiller. Eğer HIV’li bir travesti ilişkiye devam ederse bizler tarafından
dışlanıyor. Tepkimizi gösteriyoruz. AIDS travestilerden bulaşmıyor
Hayat kadınlardan buluşıyor. Bizler bir arda olduğumuzdan
dolayı konuşuyoruz. Aramızda konuşuyoruz prezervatifsiz ilişkiye girme bu
hastalığa yakalanırsın AIDS’e yakalanırsın diye birbirimizi bilgilendiriyoruz.
Bugün prezervatifsiz ilişkiye giren translar yok denecek kadar azlar. Ama hayat kadınları öyle değil. Hayat
kadınlarıyla çok arkadaşlığım oldu. Prezervatifsiz ilişkiye giriyorlar aids’in
ne olduğunu bilmiyorlar. Türkmenistanlı kadınlar zaten hiç prezervatif
kullanmıyorlar Aids ne diyorum AIDS ne abla diyor. Çıkıyor çalışmaya, adam 10
TL daha bahşiş fazla verdiği için prezervatif kullanmıyor. Adam bana trilyonda verse prezervatifsiz ilişkiye
girmem. Bugün aslından AIDS hastalığı bugün öldürmüyor on yıl 15 yıl
yaşayabiliyorlar. Öyle bir hasatlık olunca da insanların tepkisini biliyorsun.
Ben:
HIV ya da Aids arasında bir fark var mı?
H.Y:
Hayır yok.
H.Y hanım konuşma
sırasında trans bireylerin HIV/AIDS enfektesini taşımadıklarından bunların
sorumlusunun aslında hayat kadınlarının olduğundan bahsediyor ve öteki iken
ötekileştirme zeminini kendisi hazırlıyordu. Bu durum belki bilinç dışı bir
hareketti ancak sonuçta kendisinin problem olarak tanımladığı HIV/AIDS enfektesini
bir gruba yüklemek sistemin yardımcılığını yapmaktan öteye gidememektedir.
Burada ayrımcılık bir başka öteki tarafından yapılmış ve kim bilir daha kaç
kişi bu durumu yaşıyor ve yaşatıyordur.
İnsanların kendilerini başkalarına göre tanımlamayıp, ötekileştirmediği bir
yaşam dilerim.
Referanslar
[1] http://gecmisgazete.com/kupur_goster.php?kupurid=11976
[2] http://gecmisgazete.com/kupur_goster.php?kupurid=11976
[3] http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:ytcROMQJG7sJ:gsf.baskent.edu.tr/duyuru/2005vc2.doc+&cd=1&hl=tr&ct=clnk&gl=tr
[4] Barthes Roland, 2011 Metis Yayınları Çağdaş Söylenler çev: Tahsin Yücel sayfa 2
Nokta dergisi 20 Ekim 1985 |
Nokta dergisi 20 Ekim 1985 |
Nokta dergisi 20 Ekim 1985 |
Nokta dergisi 20 Ekim 1985 |
Nokta dergisi 20 Ekim 1985 |
Nokta dergisi 20 Ekim 1985 |
Nokta dergisi 20 Ekim 1985 |
Nokta dergisi 20 Ekim 1985 |
4 Aralık 1985 Milliyet |
4 Kasım 1985 Milliyet |
4 Kasım 1985 Milliyet |
6 Kasım 1985 Milliyet |
7 Aralık 1985 Milliyet |
7 Kasım 1985 Milliyet |
8 Kasım 1985 Milliyet |
Milliyet Gazetesi 1985 |
Milliyet Gazetesi 1985 |
Milliyet Gazetesi 1985 |
Milliyet Gazetesi 1985 |
Milliyet Gazetesi 1985 |
1985 Milliyet |
1985 Milliyet |
Fotoğraflar için kaynakça:
Taksim Atatürk Kitaplığı Milliyet, Kasım-Aralık ayı 1985
Taksim Atatürk Kitaplığı Nokta Dergisi 20 Ekim 1985
Taksim Atatürk Kitaplığı Milliyet, Kasım-Aralık ayı 1985
Taksim Atatürk Kitaplığı Nokta Dergisi 20 Ekim 1985